21 Şubat 2021 Pazar

ÖĞRENME - KOLAY ÖĞRENME

 



Beynimizde 3 milyar kadar nöron yani sinir hücresi bulunuyor. Sinir hücrelerin temel fonksiyonu elektriği iletmek. Yani aslında kablo gibi çalışıyorlar ve beynimiz koca bir nöron yumağı. Ayrıca bu sinir hücrelerinin hayatta kalmasını sağlayan glia hücreleri ve çok miktarda damar beynimizi oluşturuyor.

Bizi biz yapan ise sinir ağımızın dizilişi. Yani nöronların bağlantıları. Bu bağlantılar, impuls yani elektrik akımının nereden nereye gideceğini belirliyor. Buradan bakınca beynimiz çok karmaşık ve yaşayan bir elektrik devresi.

Beynimiz elbette organik bir yapı. Yaşıyor, hareket ediyor ve sonuçta değişiyor. Öğrenme ve unutma değişimin sonuçları. Nöronlar arasında bağlantılar kurulduğunda öğrenmiş, bağlantılar koptuğunda unutmuş oluyoruz. Bu sayede beynimiz her an değişiyor.

Öğrenmek dediğimiz beynimizde yeni bir sinir hücresi ağının kurulması olayı. Gereken yol oluşturulup, bağlantılar güçlendirilip sağlamlaştığında öğrenmiş oluyoruz. Unutma dediğimiz ise var olan bağlantının zayıflaması yüzünden yeteri kadar impuls iletememesi veya bağlantının tamamen kaybolması yani hücreler arasındaki snapsın ortadan kalkması.

İşte öğrenme dediğimiz bu kadar fizyolojik bir olay. Öğrenmenin hiçbir yerinde motivasyondan veya yaptığı işi sevmekten bahsetmeyiz. İlgisi yok çünkü. Tek gerçek öğrenmenin biyolojik bir olay olduğu. Psikolojik bir kavram değil. Tam bu sebeple öğrenme, psikologların değil öğretmenlerin alanıdır.

Bir öğretmen olarak öğrenmenin fizyolojik olduğunu bilmek ve buna göre davranmak gerekir. Öğrencinin eğitiminde en uygun yolları seçmek için bu gereklidir. Peki buradan çıkaracağımız sonuçlar nelerdir.

Öğrenme fizyolojik bir olay olduğuna göre organların ihtiyaçları en uygun şekilde karşılanmalı ki öğrenme hızlı olsun. Nöronlarımızın ihtiyaç duyduğu ne olabilir.

Besin, oksijen, mineraller, çalışma zamanı. Bunları tek tek ele alalım.


            BESİN

Beynimiz glikoz tüketir. Temiz bir yakıttır ve laktik asit gibi atık malzemeler ortaya çıkarmaz. Dolayısıyla kas yorgunluğu gibi bir yorgunluktan bahsedemeyiz. Fakat yakıt bulamadığında çalışması yeterince iyi olmayacaktır. Eğitimde beslenme önemlidir.

 

OKSİJEN  

Oksijen, beynimizin en çok gereksinim duyduğu elementtir. Oksijensiz bir dakika bile yaşaması mümkün değildir. Sinir hücreleri oksijen yokluğunda hemen ölmeye başlar. Tabi konumuz oksijenin yokluğu değil. Böyle bir durumda eğitimden daha önemli bir sorunumuz var demektir.

Fakat sinir hücrelerimizin yeteri kadar çalışabilmesi için bol miktarda oksijene ihtiyacı vardır. Eğitim sürecini tasarlarken bu gözden kaçırılmamalıdır.

 

MİNERALLER

Sinir sisteminin yaptığı en önemli iş elektrik iletmek dedik. Nöronlar dentritlerden aldığı impulsu akson uçlarına iletmeli ki görevini yerine getirmiş olsun. Bu ise iyi iletken olmasını gerektirir. Bu iletim, miyelin kılıfa sarılmış bir iyon dizilimiyle sağlanır. İyonlar ise minerallerden elde edilmektedir. Dolayısıyla mineral eksikliği vücudumuzun diğer organları gibi beynimiz yani öğrenme için de büyük sorundur. Mineral eksikliği öğrenmeyi zayıflatır.



     Bunların hepsi nöronlara kan yoluyla ulaşır. Kanı damarlar taşır ve beynimiz sünger gibi kanla doludur. Kılcal damarlar beynimizin her yerine kan taşımak için uğraşır. Aktivitenin çok olduğu bölgede kan ihtiyacı artar ve damarlar daha çok kan taşıyabilmek için kasılarak genişler. Bunu baş ağrısı veya migren atağı olarak çokça hissederiz. Sinir hücrelerinde his olmadığından ironik bir şekilde beynimiz hissetmez. Hissettiğimiz ağrı damarlara aittir. Damarlar genişlerken gerilir ve nadiren de çatlarlar. Amaç beynin o bölgesinin ihtiyacı olan kanı taşımaktır. Aksi taktirde o bölgede istenen nöron yapısı kurulamaz yani öğrenme gerçekleşmez.



 

ZAMAN

Şüphesiz en önemli unsur zamandır. Çünkü diğer bütün unsurlar gerçekleşse bile öğrenme organik bir süreçtir. Öğrenme, beynin o bölgesindeki nöronlar arasında yeni bir ağ kurmak, sonra bu ağın elektrik iletimini güçlendirmek için snaps sayısını artırmak demektir. Bu hareket için akson uçlarının doğru nöronların dentritlerini arayıp bulması ile başlar. Akson kuyruk gibi esnek bir yapıdır. Akson uçları, doğru nöronları bulup snaps bağları kurduğunda iş bitmiş değildir. Bu tecrübenin öğrenmeye dönüşebilmesi için bağlantı sayısı artırılmalı, kurulan patika yol otobana dönüştürülmelidir. Bu ise anlık bir olay değildir. Sürekli uyarı göndererek elektrik akışını uzun bir süre korumak gerekir. O bölgeden geçen impuls sayısı artırılmalı, nöronlar yeni snapslar kurmaya zorlanmalıdır. Aksi taktirde saman alevi gibi söner. Anlamak öğrenmek değildir.

 

O halde öğrenme bir süreçtir. Sürecin en önemli unsuru zamandır. Organik bir yapı olan beynimize öğrenmesi için gereken zamanı tanımak zorundayız. Ders çalışmak dediğimiz tam olarak budur.

 

     Şimdi nöronları bilmek bize ne kazandırıyor bakalım.

 

A. Öğrenme için fizyolojik şartların yerine gelmesi gerekir.

Yukarıda saydığımız dört unsurun sağlanması gerektiği gibi uykusuzluk, stres ve oyun bağımlılığı gibi odaklanmayı engelleyen ve sinir sistemin olumsuz etkileyen durumların ortadan kaldırılması gerekir.


B. Anlama olmadan öğrenme aşamasına geçilmez.

Öğrenme sürecinin ilk aşaması anlama, ardından kavrama ve sonuncusu öğrenmedir. Bu durumda öğrencinin anlamadığı bir konuyu öğrenmesi beklenemez. Bu aşamada öğretmenin yetkinliği çok önemlidir. En iyi öğretmen, öğrencinin anlayabileceği şekilde anlatandır.


C. Dersin akabinde mutlaka çalışma yapılmalıdır. 

En sağlıklı kavrama çalışması dersten hemen sonra yapılandır. Anlama aşaması ile kavrama aşaması arasına uzun bir zaman giremez. Çünkü anlamak kalıcı değildir. Nöronların arasındaki doğru bağlantının bulunmuş olması, snaps bağlarının kurulduğu anlamına gelmez. Hele ki üzerinden gün geçmesi, unutmayı kaçınılmaz hale getirir. Bir sonraki gün öğrenci, kavrama çalışması yapmadan önce öğretmenin anlattıklarını hatırlamak için anlama aşamasına dönmek zorunda kalacaktır. 


D. Çalışma uzun tutulmalıdır.

Öğrenme süreci biyolojiktir. Bu süreçte öğrenmenin gerçekleştiği bölgede kan damarlarının genişlemesi, aktivitenin çoğalması, snaps bağlarının kurulup yapının oluşması için zamana ihtiyaç vardır. Çalışma kısa tutulur, ara verilirse o bölgedeki impuls sayısı eski seviyesine hızla düşer, damarlardan kan çekilir. Beynin o bölgesinde tekrar faaliyete başlanması için yeniden ders çalışmaya başlanması ve az önceki şartların tekrar oluşması gerekecektir. Öğrencinin sık ara vermesi veya çalıştığı dersi değiştirmesi bu sürecin sürekli kesintiye uğraması anlamına geldiğinden verimi düşürür. Öğrencinin yorulduğunu söylemesi normal olsa da beyinde laktik asit oluşmadığından kas yorgunluğu gibi bir etki söz konusu değildir. Gerçekte beyini yormak epeyce zordur.


E. Baş ağrısı doğaldır. 

Baş ağrısı, damarların beyine kan taşıyabilmek için gerildiğinin göstergesidir. Çoğu öğrenci için mecburi bir durumdur. Öğrencinin beyninin çalışma yapılan bölgesinde yeni bir yapıyı meydana getiriliyor veya eskisinden daha yoğun bir faaliyet olduğu sonucuna varılır. Damarlar yapıyı besleyecek kanı yetiştirmeye çalışmaktadır. Elbette ağrıya katlanmak gerekmez. Ağrı kesicilerle giderilemeyecek bir sorun değildir. 

              


F. Öğrenme bir sürecin ürünüdür. Anlaşılan konunun üzerinde uzun çalışmalar yaparak kazanılır.  

Kavrama ve öğrenme kısımlarında bol miktarda soru çözmek gerekir. Bu aşamada öğrencinin doğru kaynaklarla çalışması ve yaptığı hataların zaman geçirilmeden düzeltilmesi şarttır. Öğretmen kontrolünde olması bu aşamada çok önemlidir. Öğrencinin ihtiyacı sadece ders anlatılması değildir. Öğretmen aynı zamanda bu süreci yönetecek kişidir.


G. Esas zor olan öğrenme aşamasının gerçekleşmesi için gereken çalışmaların öğrenciye yaptırılmasıdır. 

Motivasyon ve takip bu aşamada devreye girer. Öğrencinin uzun ve çok zaman sıkıcı çalışmalar yapması gerekmektedir. Bunun farkında olan öğrenci bir program yapmış olsa bile ailenin kontrolünü istemez. Bunun pek çok sebebinden sadece biri rol çatışmasıdır. Aile kurumundaki roller takip için uygun değildir. Aile bağını güven ilişkisi besler ki takip bunun tersidir. Ayrıca ailenin motivasyondan anladığı hemen her zaman öğüt vermektir. Öğüt ise eğitimde bilinen en yanlış yoldur. Şahsen öğütün işe yaradığı bir örnek hatırlamıyorum. Üstelik çoğunlukla ego çatışmasına sebep olur. Öğrencinin motivasyonu sağlamak için takip gereklidir. Bunu yapacak olan yine öğretmendir. Tecrübeli bir öğretmen, öğrencisine güvenmenin veya en azından güvendiğini hissettirmenin öğrenciye zarar verebileceğini bilir. Ayrıca öğretmen öğüt vermek yerine imkan sunan kişidir. Çözüm yolu üretmek konusunda tecrübe sahibidir.

H. Öğrencinin ders dinlemek kadar ders çalışma ortamına da ihtiyacı vardır.

Öğrencinin saatler boyunca ders çalışması gerekecektir. Aileler bunu sağlayabilmek için öğrenciye, kendine ait bir oda, konforlu masa ve sandalye, sessiz bir ev ortamı oluşturmayı görev saymaktadır. Çocuk ders çalışırken dikkati dağılmaması için odasına girmeyecek, çocukları sınava hazırlanıyorsa televizyon dahi açmayacak kadar duyarlı davranmaktadır. Yapılan bu büyük fedakarlığın öğrencilerin büyük çoğunluğu için faydasından fazla zararı vardır. Öğrenci sessiz bir yalnızlığa mahkum edilmiştir.

Öğrencinin çalışması gereken sadece birkaç gün olsa bu fedakarlık amacına ulaşır. Nitekim bu duruma maruz kalan öğrenciler bir veya birkaç gün verimli ders çalışırlar. Fakat ardından yalnızlık ve çaresizlik hissi öğrenciyi boğmaya başlar. Öğrenci evin çeşitli köşelerinde ders çalışma alanları oluşturmaya girişir. Çünkü daha önceleri çıkmak bilmediği odasının duvarları artık üstüne üstüne gelmektedir. Evin içindeki göçebe hayatı aileyi tedirgin etmeye yeter. Aile için saçma ve anlaşılmaz bir durumdur. Çok sık karşılaştığım bir durumdur. Tavsiye isteyen ailelere, çocuklarını tecrit etmemelerini ve ara sıra ses yapmaktan çekinmemelerini söylerim. Öğrencinin bir an dikkati dağılsa da yalnızlık hissinin önüne geçmek şarttır.

İnsan zorlandığında mutluluk hormonu seviyesi düşer. Beyin bu durumdan hiç hoşlanmaz ve ortamdan uzaklaşmasını telkin etmeye başlar. Öğrencinin ders çalışmaya devam etmesi doğasına karşı bir duruştur aslında. Bunu yapması yalnızken çok zordur.

Bu yüzden çoğu öğrenci için ideal ders çalışma ortamı akranlarının yanıdır. Yalnız olmamak bir tarafa aynı çileyi birlikte çektiği arkadaşlarıyla bir grup motivasyonu oluşturulur. Doğru arkadaşlar ve doğru ortam başarının anahtarıdır.

 

                                                                                             Selçuk KOCAOĞLU

 

15 Şubat 2021 Pazartesi

Matematikte Yeni Nesil Sorular

           Yeni nesil sorular diye kavram sistemimizin göbeğine oturalı daha birkaç yıl oldu. 2017 Örnek TYT ile matematik tepeden tırnağa değişti. Başta direnen çok olsa da, ÖSYM geri adım atmadığı için yeni gerçeği kabullenmek zorunda kaldılar. Soruların zorluk seviyesi aşağı çekildi ama her soru bir tasarımla sorulduğu için öğrencinin analitik düşünme becerisi ön plana çıktı.

Yeni tarz sorulara tamamen geçilmesinin en önemli sebebi öğrencinin yükünü azaltmaktı. Öğrencinin sırtında yaklaşık 50 yıldır devam eden üniversite giriş sınavlarının oluşturduğu bir soru külliyatı vardı. Öğrenci soru kalıplarını öğrenmek hatta ezberlemek zorunda kalıyordu. Çünkü çıkacak sorular, çıkmış sorularla aynı formattaydı ve başarılı olmanın yolu buydu. Bu durumda  öğrenciyi bu yükten kurtarmanın tek yolu eski soru formatından tamamen kurtulmaktı.

Diğer sebebi ise eski soru formatının, konuların detay noktalarına odaklanıyor olmasıydı. Fakat konunun mantığına girilmiyor, konunun amacı göz ardı ediliyordu. Öğrencinin “Hocam bunlar ne işimize yarayacak?” sorusunun kaynağı tam olarak buydu.

Ülkemizde lise eğitim sistemimizi YKS belirler. Sınav formatı ne ise tüm kurumlar buna ister istemez ayak uydurmak zorunda kalır. Devlet okulları, özel okullar, özel kurslar ve yayıncılar. Hepsi bu formata uymak zorunda kaldılar.

Eğitim politikasını üretenlerin bundan elde etmeye çalıştığı bir sonuç daha vardı. Öğrenciyi yükten kurtarmak suretiyle dershanelere olan ihtiyacı ortadan kaldırmak. Dershanelerin kapatılması hamlesiyle eşzamanlı yapılan bu köklü değişiklikler, ikinci amaca ulaşamadı. Çünkü yeni sistemde de öğrencinin kaliteli ve nitelikli derse ihtiyacı olduğu görmezden gelinmişti.

Geldiğimiz durum itibariyle öğrenci seçme işleminin çok daha sağlıklı yapıldığı kesin. Ezberci öğrenci değil, işin mantığına hakim, konuyu analitik değerlendirebilen öğrenciler seçilebiliyor. Ama bu beceriyi kazanabilmek için kaliteli eğitimcilere eskisinden daha çok ihtiyaç oluyor.

                         

                                                         Selçuk KOCAOĞLU

                                                                                        

14 Şubat 2021 Pazar

ÖSYM Tuzak Kurmaz

     Sanılanın aksine YKS sorularında tuzak olmaz. En az 8 – 9 yıldır yapılan sınavlarda özellikle matematik sorularında ÖSYM, tuzak şık koymamaya özen göstermektedir.

Öğrenci soruyu belli bir yere getirmiş fakat bir püf noktayı kaçırdığı için hatalı bir cevap bulmuştur. Çalışmış, pekçok şey öğrenmiş olmasına rağmen, o an aklına gelmemiş bir ayrıntı yüzünden yanlış bir cevap bulmuştur. İşte ÖSYM o cevaba şıklarda yer vermez. Hatta şık sıralaması içinde doğal olarak olması gerekiyorsa bile çıkarır. Dolayısıyla öğrenciye “Dikkat et, bir şeyi unuttun!” der.

İşte birkaç örnek.  

Bu  sorunun çözümünde x’in 10 tane kökü olduğu bulunuyor. Fakat cevap şıklarında 10 yok. Soruya tekrar bakınca farklı kökler dediğini görüyoruz. 2 kökün aynı olduğunu fark ediyoruz ve cevaba ulaşıyoruz. Şıklarda 10 olmaması tesadüf değil elbette.  

 



Bu sorunun çözümünde öğrenci 0’ı unutursa bulacağı cevap 4tür ve şıklardan çıkarılmıştır. Keza kesirden faydalanarak söyleyebileceği 6 ve 9 şıkları da yoktur.


 

Bir örnek daha.

Bu sorunun doğru cevabı, ayrı ayrı hesaplanan 1/6 ve 1/12 olasılıklarının toplamı olan 1/4 tür. Ama şıklarda 1/6 da 1/12 de yok. Yani öğrenci çözümün yarısını yapmışsa işaretleyeceği şık olmadığını görebilecek ve diğer çözümü aramaya koyulacaktır.

                                         



                                                                              Selçuk KOCAOĞLU

ÖZEL DERS GEREKLİ Mİ?

Özel ders, öğrencinin eksik kaldığı konuları tamamlamak için verilen birebir derstir. Öğrenci anlayamadığı veya bir sebeple kaçırdığı, yetişemediği konuyu, yetkin olduğunu düşündüğü öğretmenden tek başına dinler. Öğretmenin odağında sadece o öğrenci olacağından çok daha verimli bir ders olacağı varsayılır.

Bu ilk bakışta mantıklı gelebilir. O halde ayrıntıya girelim.

Tanıma bakalım.

1. Öğrencinin eksik kaldığı konu diyoruz. Zayıf olduğu ders değil!

Genel hata öğrencinin tüm sene boyunca özel ders almasıdır. Üstelik ders genelde matematiktir. Bu ders yükü senelik 80 saati bulur ve bugün yaklaşık değeri 12.000 TLdir.  Maddi yükü bir tarafa bırakalım şimdi. Olaya dönelim.

Matematik dersinde öğrencinin eksikleri genellikle temeldedir. Sayı türleri ve işlemler, harfli ifadeler ve kullanımı. Geometride ise üçgenler. Bu konuların çalışma yöntemi alıştırma ağırlıklıdır ve öğrencinin bireysel gayreti ön plana çıkar. Hocanın sabırla öğrencinin yanlışlarını düzeltip, doğru öğrenmeyi pekiştirecek kadar alıştırmayı öğrencinin çözmesini sağlamak nokta atışı çözümdür. Hem öğretmen hem öğrenci için sabır gerektiren uzun bir süreçtir. Verimli çalışılmadığını hissettirecek kadar küçük adımlarla ilerlenir. Bu etkinliklerde motivasyonu sağlayan temel unsur grup çalışmalarıdır. Öğrenci bu çalışmaları ancak arkadaşlarıyla birlikte yaptığında katlanılabilir hale gelir. Tek başına yapılan çalışmalar büyük çoğunlukla birkaç günden daha uzun olmaz. (Öyle sanıyorum ki ülkemizde en çok satılan ama en az çözülen kitap Antrenmanlarla Matematiktir.)

Bu durumda öğretmenin eli kolu bağlıdır. Öğrenci ve velisi bir an önce mesafe alabilmek istemektedir ki öğrenci her zaman sabırsızdır. Öğretmen için yapılabilecek tek şey kalır. Bu alıştırmaları öğrenciye ödev olarak verip gümbür gümbür konulara dalmak. Öğrenci üstlü sayıları bilmezken üstlü denklemlerle uğraşmaya, harfli ifade bilmezken çarpanlara ayırma öğrenmeye çalışır. Sonuç elbette hüsran!

2. Yetkin öğretmen diyoruz. Profesör değil.

Öğretmenin yetkinliğini, öğrenciye aktarabilme becerisi olarak tanımlamak en doğrusudur. Basit şekilde “en iyi öğretmen, en iyi öğretendir”. Bu durumda öğretmenin hangi okullarda eğitim aldığı ve hangi kurumlarda ders verdiği öğrenciyi niye ilgilendirsin ki? Öğrencinin bakması gereken kendisine faydası olmalıdır. Örneklerle açıklamakta fayda var.

Öğrenci meslek lisesinde okumuş ama özel ders vermesi için fen lisesi öğretmeni ile anlaşılıyor. Çünkü öğretmen başarılı adlediliyor. Çalıştırdığı öğrenciler tıp fakültelerine hukuk fakültelerine giriyor. Oysa ki öğretmenin tecrübesi, akademik başarısı yüksek olan öğrencilerle sınırlı. Ne öğrencinin sorunlarından ne kavrama hızından haberdar. Bilse ne fayda. Tecrübesi zayıf öğrencilerle çalışmak üzerine değil. Öğrenci ne kadar kendini zorlasa da öğretmenin anlattıklarının, açıklamalarının tekrar açıklanmaya ihtiyacı vardır. Öğrenci başaramamasının kendi suçu olduğunu düşünecektir. Asla başaramayacağına dair fikirler oluşmaya ve güçlenmeye başlar. Buna eğitim dilinde öğrenilmiş çaresizlik diyoruz.

Diyelim ki öğrenci çok başarılı fakat öğretmen  akademik başarısı düşük öğrencilerle çalışmak konusunda tecrübe sahibi. (İşte bu en haksız eleştirilerin yapıldığı durum. Öğretmen başarısız diyemeyiz. Hatta şahsen bu öğretmenlere büyük saygı duyarım. Benim gözümde en iyi öğretmen en zayıf öğrenciye öğretebilendir. Bana fevkalade görünür hep. Çoğunlukla gerçekten dokunulmaya ihtiyacı olanlar da zayıf öğrenciler değil midir?) Bu durumlarda öğretmenin yavaş kalması, öğrencinin hızına yetişememesi, zor örneklerde yeterli olamaması sıkça karşımıza çıkar.

 

3. Öğretmenin odağında tek başına o öğrencinin olması diyoruz. Öğrenciye özel anlatım değil.

            Öğretmenin öğrencinin eksiğini tespit edip ona özel ders anlatımı yapması çok zor bir iştir. Çok zaman esas zor ve uzun olan tespit aşamasıdır ki öğretmenin her konu için eksiği veya yanlış öğrenmeyi bir çırpıda anlamış olması beklenemez. Bu sebeple her ne kadar adı kişiye özel ders olsa da sonuç öğretmenin genel anlatımının öğrencinin hızına göre modifiye edilmiş halidir.

Öğretmenin esas işi ders sunumu yapmaktır. Tecrübeli öğretmenin sunumu büyük oranda sabitleşmiştir. Teorik ifadelere girişi ve akışı öğrenciye göre değişmeyecektir. Bu durumda öğrenciye göre değişebilen sadece örneklerin zorluk düzeyi ve açıklamaların seviyesi olabilir. Örneklerin zorluk düzeyi genelde YKS’ye göre belirlendiğinden, özel dersi özel yapan, soru çözümlerine dair  öğretmenin açıklamalarının seviyesidir. Bu, özel derse yüklenen anlamın çok altındadır.  

Gelelim sonuca.

Özel ders şu özellikteki öğrenciler için faydalıdır.

·        Ders değil konu eksiği olan

·        Temelde sorunları olmayan

 

Özel ders şu özellikteki öğrenciler için faydasızdır.

·        Temel düzeyde eksikleri çok olan

·        Öğrenme hızı düşük olan

·        Kurs/Okul programı takip etmeyip, sadece özel dersle yol almaya çalışan

·        Öğretmeni kendi seviyesine göre seçemeyen

·        Dersin peşinden o dersle ilgili çalışma yapmayan.

 

                                                                                                    Selçuk KOCAOĞLU

YKS Neden Bu Kadar Uzun?

      Üniversiteye giriş sınavları sadece bilgiyi ve zekayı ölçmez. Kaygıyla baş edebilme becerisini ve kondisyonu da ölçer. Kaygıyla baş edebilme becerisini sınamak amaçlarından biri midir emin değilim. Sınav ortamının doğal sonucudur nihayet. Ama kondisyonu ölçmek istedikleri kesin.

    Akademide sadece zeki veya bilgili olmak işe yaramaz. Öğrenmek ve üretmek genellikle uzun çalışmaların ürünüdür. Üniversiteye girecek olan öğrencinin uzun çalışmalar yapmaya hazır olmasını istemeleri doğaldır. Bunu, arasız üç saat süren AYT sınavıyla ölçmeleri isabetlidir.

    Ayrıca TYT sürat sınavıdır. Öğrencinin okuma ve anlama hızı, pratik düşünebilme yeteneği TYT sınavında ölçülür. Bilgi çok az gerekir. Son 3 senedir yapılan sınavlar bunu açıkça gösteriyor. Ayrıntı denebilecek bilgiler TYT sınavında hemen hiç karşımıza çıkmıyor.


                                                                                                                                                                                                                                               Selçuk KOCAOĞLU

11 Şubat 2021 Perşembe

YKS Hazırlığının Ne Kadarı Matematiğe Ayrılır?

     Öğrencinin hangi bölüme hazırlandığıyla ilgili bir durum. Tabi ki ortalamadan bahsediyorum.

    Sayısal öğrencisi çalışmasının yarısını matematik ve geometriye ayırmalı.

    Eşit ağırlık öğrencisi çalışmasının daha fazlasını, üçte ikisini ayırmalı.

    Sözel ve dil öğrencisi bile çalışmasının üçte veya en çok dörtte birini matematiğe ayırmalıdır.

    Diyelim ki günlük çalışma süresi 6 saat olsun. Çalışma tablosu aşağıdaki gibi oluşur.


     

Toplam çalışma süresi

Mat/Geo Çalışma Süresi

SAY

6

3

EA

6

4

SÖZ

6

1,5 - 2

 

                                                                                                                Selçuk KOCAOĞLU